Boş beleş başlayan herhangi bir gün gibi seyrine devam etmekteydi bugün de. Yine işsizdim, hâlâ Erasmus hibesi için İtalyan yetkililerin çoktan yollamış olması gereken belgeler bekleniyordu, yine yalnızdım ve yine en az benim kadar boş beleş olan babam gelip gidiyordu yanıma. Onun gelip gitmeleri yalnızlığı bile yeğlememi sağlıyordu. Haftalardır süregelen bu döngünün kırılması gerektiğini idrak ettim ve son kalan birkaç liramla dışarı çıktım. Hiçbir şey yapamazsam gider Açıkhava Tiyatrosu’nun ucuz biletlerinden iki tane alırım dedim ve attım kendimi Bayrampaşa’nın metromsu tramvayına.
Az gittim uz gittim, durak durak düz gittim, aktarma yaptım ve Aksaray’a vardım. Boş beleşliğim Aksaray’dan uzun bir yürüyüş mesafesiyle geldiğim Fatih’te de devam ediyordu. Whatsapp mesajı bekleme yaşını çoktan geçmeme rağmen, bir elim hep akıllı cihazımdaydı. At Pazarı’nı solladım ve Saatli’ye geçtim. Refleksif olarak dört çay içtim. Çay efkar dağıtmaz, çare olmaz çünkü hiçbir şeye. Refleksif bir hâdiseye dönüşmüştür seveninde. İçer içer durursun.
Dördüncü çaydan sonra bir kez daha saçma bir döngünün içine girdiğimi düşündüm ve kalktım Saatli’den. Fatih Camii’nin içinden Malta’ya daldım. Son zamanlarda her boş ve dolu anımda aklımı meşgul eden yegane şey tekrardan aklıma uğradı. Hemşire’yi düşündüm. Ona ulaşamadığım zaman, aklım yalnızca onunla olan hatıraları tekrarlayıp duruyordu. Zihnin fukara avuntusu yani. Toplum içerisinde güçlü görünebilmek hâlâ inkar etmeye çalışıyorum ona âşık olduğumu. Peki ben kimin için o otobüs biletlerini aldım? Tabii ki benle aynı gürbüzlükteki liberal kankam Aydın için değil.
Devam ettim düşünmeye ve Malta’da yürümeye. Çarşamba’da bir köşe başında buluşacaktık onunla. Sonrasında da Baltepe’ye gidip, tatlı cennetinde aşkımızı afyonlayacaktık. Birden Tarık Tufan geldi yanı başıma. Mahallesini beraber geziyorduk. O da benim Hemşire’yi bekleyişime eşlik ediyordu. Ve benle beraber Yorgun Demokrat şarkısını mırıldanıyordu. Tarık Tufan niye yanımdaydı, biz ne zaman tanışmıştık Tarık abiyle? Bir zamanlar megaloman fukara kankam Necdet’in patronu olduğu zaman mı tanıştık acaba? Hatırlayamıyordum ama adam çok naif olduğundan çaktırmamaya çalışıyordum.
Vardım Baltepe’ye. Tarık abi de Hemşire’yle olan randevumuz da, kapı açıldığı andan itibaren süper kahraman hayallerimle birlikte yok olup gittiler. Karamelli trileçeyi yerken akıllı cihazımla oynamaya başladım. Şiddetsiz bir biçimde bekasını sürdürmeyi hiçbir zaman becerememiş olan güzel ülkem TC’de yine kıyametler ve katliamlar kol geziyordu. Zaten ne zaman birini sevsem ya babam Atilla Ç, ya da devlet büyüklerimiz zihnimi bulandıracak abuk sabuk şeyler yapıyordu. Bazen ikisi birden oluyordu. Böyle durumlarda annem Nezahat Ç.’den ve Türkiye halklarından yardım dilenmeye başlıyordum. Devletin ve Müjdat’ın bekası her zaman paralel ilerler.
Çıktım gittim trileçenin ardından yediğim enfes keşkülden sonra. Yürüdüm Çarşamba’nın ara sokaklarında. Liseden kalan ulusalcı dürtülerim, ayağımdaki kapri yüzünden beni ufaktan dürtmeye başladı. Onu çabucak savuşturdum. Sonrasında kıytırık kulaklıklarımı taktım ve müzik açtım her boka yarayan cihazımdan. Yorgun Demokrat’ı açayım dedim, fakat Free Spotify bu isteğime “Siktir lan!” dedi ve mecburen Lili Marlen Türküsü’nde kaldım. Olsun o da iyidir.
Bu sefer At Pazarı’nda bir kafeye oturdum. Eski Kafa değildi ama çay ucuzdu onu hatırlıyorum. Bu Fatih döngüsü de garip bir hâl almaya başladı. Açıkhava biletlerini de almadım hâlâ. Galiba bu yıl da kaçıracağım güzelim oyunları. Hemşire’yle de doğru düzgün konuşamamıştım. İlk görüşte aşkı, ülkede resmî görüş hâline getireceğim bu renklerine doyamadığım gözlü kız yüzünden. Yalnızca “âşık olmak” tırt kalırdı bu tutumun karşısında.
Refleksif çay seanslarına bir yenisini daha eklerken gelen abuk subuk Whatsapp grubu mesajlarını da cevapladım gitti. Annem aradı ve beni Oktay Usta’nın yemek programında bir işe sokmaya çalıştı. Bu sırada iki kez telefon kapandı. Telekomünikasyon ağlarında bile paralellere geçit yok demek ki. Senaryo yarışması ve reklam ajansı görüşmesinin verdiği özgüvenle bu teklifi reddettim. Birkaç saniye sonra yine lanet olası Whatsapp’tan ulaştım Hemşire’ye. Bayram tatilini fırsata çevirerek, Ege’de entelektüel görünümlü turistlerin ağırlıkta olduğu bir mesire yerinde işe girmiş. Hayırlı olsun dedim yalancı temennilerle. Niye olsunmuş ki? Ben burada geleceği günün özlemiyle İstanbullar arşınlıyorum, o orada tatil yapıyor. Olmasın hayırlı falan. Bencillik hakkımı ilk ve son kez, iki cümleliğine, kullandım.
Liberal kankam Aydın’ı arayarak bu seanslardan kurtulmak için ilk adımı attım. Kadıköy’de bir buluşma ayarladım onunla. Çayların parasını ödedim ve yürümeye başladım. Cem Yılmaz’ı görmek için bankamatiğe gittim ve o da bana karşılığında 30 Lira verdi. Ayrıca yakın bir zamanda maddi olarak sıçacağımı da belirtti. Saraçhane Parkı’nda bir haftadır ağrıyan bacağımı dinlendirme amaçlı oturdum. Hafif şiddetli Peyami Safa gibi hissediyordum kendimi. Fakat Nüzhet ondan dört yaş büyüktü, Hemşire’yse benden bir yaş küçük. Bu teselli ikramiyesi oluyor bana. Telefon çaldı ve Necdet adlı megaloman kimseyle konuşmaya başladım. Tek başına gittiği çadır tatili hakkında bir söylev çekmeye başladı. Gittiği yeri hatırlayınca zihnimdeki iki küme kesişti ve Hemşire’nin (Necdet’in tabiriyle Hürrem) de orada olduğunu söyledim. Ayrıca ona yüklü miktarda bahşiş vermesi konusunda salık verdim. Zira sevdiceğimin gurbet ellerde fakir kalmasını istemem. Necdet da bana telefonda muhteşem bir fukaralık isyanıyla cevap verdi ve kapattı.
Devam ettim yürümeye. “İstanbul’un Keşfi” belgesellerinin olmazsa olmazı olması gereken Kadırga’ya kadar yürüdüm. Orada tek çaylık küçük bir seans yapıp kalkmak zorunda kaldım. Oradan yürüyerek Yenikapı’ya gitmek zorundaydım. Çünkü koskoca liberal, otobüs özürlüsü. Otobüsle gelemedği için vapura binemiyoruz onun yüzünden. Kumkapı’nın meyhane ve getto sokaklarının alayını gezdim. Eski tren istasyonunda 2014’ten kalan Sırrı Abe posterini gördüm. Torino’dan geldiğimden beri, her yerde en az bir kez bahsediyorum ondan. O da çay gibi refleksif bir hâl alacak yakında.
Vardım Yenikapı’ya. Aydın’ın otobüs özrüyle birlikte gelen metrobüs özrü yüzünden çok kalamadık Kadıköy’de. Mısır+Bira= 8 TL menüsüne girdik. Dert anlattım ve dert dinledim. Ayhan liberaldir ama iyi de bir dinleyicidir aynı zamanda. Gönül işlerinden de az çok anlar hem. Hemşire’yi de gördü. Onun saçlarını ve gözlerini anlatırken elimde deliller vardı yani. Aklımda aylardır tur atan dizi fikrini konuştuk ve ayrıldık. Dönüş yolunda aklımda Hemşire’nin Whatsapp mesajları ve beni sevebilme ihtimali vardı. Umarım dünyanın hiçbir hemşiresi yalan söylemiyordur.