Her Şey Sınıfsaldır! – The English Game (2020)

Her Şey Sınıfsaldır! – The English Game (2020)

Bu yazıyı okuyan çoğunluk için, futbolu çok sevmenin nedenleri sıralamakla bitmez. Ancak ne olursa olsun; toplulukla bir aktivite yapmanın, bir bütün olmanının verdiği haz da sebeplerden biri çıkacaktır. Gerek tribünde gerekse sahda bir bütün olmayı başaran insan toplulukları, oyunun bu denli büyümesinin en birincil sebebi olmuşlardır. Topluluksuz futbol konuşulamayacağı gibi; seyirci ve yapıcı unsurları düşünüldüğünde sinema da benzer bir noktadadır. Ekibin ortaya koyduğu takım oyunu hem bireysel performansları yüceltir, hem de takım olmanın kudretini izleyene aşılar.

Geçtiğimiz yıl Netflix’te yayınlanan The English Game dizisi ise; futbolun toplulukla olan ilişkisinin başlangıcını ele alır. Bu ilişki; sinemanın ilk topluluk gösteriminde hareket eden trenden kaçılmasıyla benzer bir primitif süreç içerir. Sürecin sonunda hem icracılar hem de seyirciler birbirlerini düşünerek sonuca etki ederler. Bu sayede toplum ve sinemanın etkileşiminde olduğu gibi, toplum ve futbolun etkileşimi de ilelebet devam eder. Elit seyirci ve icracının zevkleri dahi; toplumun önerdiğiyle birleşmiş olur. Ayrıca futbolun İngiliz, sinemanın da Fransız kökenli oluşuyla da; Avrupalı topluluk pratiklerinin de benzerliği, yazının ilerleyen bölümlerinde cebimizde bulunması gereken bir bilgi olacaktır.

İngiltere’nin en eski kupası FA Cup’ın ilk zamanlarındayız. İngiliz elitlerinin arasında düzenlenen turnuva, alt sınıftan kulüplerin ilerleyen turlara yükselmesini engelleyen bir yönetim yapısına sahiptir. İşçi sınıfına mensup Darwen kulübünün başkanı John Cartwright (Ben Batt); o günlerde yasak olan bir yöntemi, kulübün başarısı için denemeye koyulur. İskoçya’nın başarılı kulübü Patrick’ten Fergus Suter (Kevin Guthrie) ve James Love’ı (James Harkness) para karşılığında kadrosuna katar. Fergus ve James, kurallara takılmamak adına Cartwright’ın fabrikasında işçi olarak çalışmaya başlarlar. Bu sayede illegal yollarla da olsa, tarihin ilk transferi gerçekleşmiş olur.

Bu sırada FA’in başındaki insanların yer aldığı Old Etonians kulübü de, her yıl kupayı kazanan taraftır. İngilizler’in soylu ailelerinden gelen bu oyuncular ve yöneticiler, kupayı istedikleri biçimde yönetebilme kudretine sahiptir. Ancak Darwen’ın çeyrek finale kadar gelebilmesi ve Fergus – James ikilisinin oyunu değiştiren “pas” yöntemini buluşu; oyunun sahiplerinin halkın uzaklaşması adına yöntemler geliştirmesine neden olur. Sonraki dönemde Blackburn’de toplanacak olan işçi sınıfının önemli futbolcuları, Darwen’dan ilham alarak yolculuğunu sürdürür. Blackburn’de de yıldızı parlayan Fergus; futbolun yeni sembolü olur.

Elit kesimin işçi sınıfıyla yaklaştığı bir diğer nokta ise; Arthur Kinnaird (Edward Holcroft) ve eşi üzerinden olur. Arthur’un vicdanına doğrudan temas eden eşi kaynaklı olaylar, elit kesim mensubu bir insanın da işçi hareketine kayıtsız kalmamasına neden olur. İşçiler, halkı da yanına almıştır ve artık FA Cup halk olmadan düşünülebilecek bir organizasyon olmaktan çıkmıştır. Halkı temsil eden Darwen ve Blackburn; turnuvayı halkın ilgisine sunmayı başaran ekipler olur. FA Cup’ı kazanan ilk işçi kulübü Blackburn Rovers ise; futbola verdiği bu katkıyla tarihe adını altın harflerle yazdırır.

Elit kesimin sahiplendiği ve bırakmadığı futbol, belirli bir zümrede sıkışmaya mahkum bir spordu. Halkın sahiplenmesiyle ilerleyişine aralıksız devam etmeyi başaran futbol; bu sayede yepyeni ufuklar, ülkeler ve turnuvaların keşfine yol açmıştır. İngilizler’den doğan kıvılcımın böyle bir ilerleyiş kat etmesi; futbolun halkla buluştuğu o ilk an sayesinde olmuştur. İşçilerin arasından çıkan sembol bir isim; oyunu teknik olarak değiştirdiği anda, oyunu farkında olmadan küreselleştiren ilk adımı atmış olur. Halk ve yeniliğin buluşması, elit kesimlerin dahi çaresiz kalmasına neden olur.

Sinemada da toplumla etkileşim halinde ilerleyen süreç, futbolun tarihiyle orantılı bir şekilde ilerler. İcat tarihleri birbirlerine yakın görülen bu iki toplumsal faaliyet; topluma temas biçimi bakımından büyük benzerlikler taşır. Ancak yolculuğun ilerleyen kısmında ayrıldıkları büyük bir nokta olur. Sinema, Avrupa’da da büyük bir icra kapasitesine sahip olmasına rağmen ABD’nin liderliğini üstlendiği bir alan olmuştur. Futbol ise; Avrupa dışı sermayelerin ve icracıların bulunduğu bir yer olmasına rağmen, Avrupa’yı odak noktası tutmayı başarmıştır.

Günümüzde sermaye odağını düşünerek, futbolu Avrupa bağlantısından koparmaya çalışan bir hareket ortaya çıktı. Avrupa Süper Ligi, The English Game’deki FA Cup yöneticilerinin koyduğu tavırla hareket eden bir yapıyı gözler önüne sermekte. Oyunu var edenler olduğunu iddia eden kesim, aradan 140 yıl geçmesine rağmen yeniden oyunu geri istediler. Anak halk yine oyuna tutundu ve çok sevdiği futbolu bırakmamayı başardı. Avrupa’nın başlıca etkinliklerinden olan futbol; halkın tutkusuyla ve değişmez dinamikleri sayesinde Avrupalı kalmayı başardı. İçine farklı ülkelerden sermayeler, elitler ve birbirinden ilginç transferler girse de; futbolu izleyen kamuoyu Avrupalılık şemsiyesi altında hepsini toplayabildi. Bu sporun 140 yıl sonra dahi, bu denli birleştirici ve topluma dair olmasını bizlere gösteren taraftarlara ve The English Game’in yaratıcısı Julian Fellowes’a teşekkürler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir