Futbol, zorluklardan çıkan hikayelerin en çok karşımıza çıktığı sporların belki de başında gelmektedir. Günümüzde iyi futbolcu olarak andığımız bütün isimler, belli başlı zorlukları aşarak bu günlere geldiler. Bu nedenle klasik anlatımcı sinemanın futbola uyarlanması son derece basit bir şekilde gerçekleşir. Goal (Yön: Danny Cannon, Michael Winterbottom; 2005) serisinin ilk filmini düşündüğünüzde, karakterin gelişiminin ne kadar da standart bir formül üzerinden aktığını gözlemleyebilirsiniz örneğin.
The Damned United’ın İngiliz sinemasının usta kalemi Peter Morgan tarafından yazılan senaryosu ise; karakter gelişimininde standart tabir olarak kullanılan “orman” alegorisini, dönemin Leeds United’ına adapte eder. Derby Country’de başarılı bir dönem geçiren dönemin genç antrenörü Brian Clough (Michael Sheen), dönemin en başarılı takımı Leeds United’ın hocası Don Revie’nin (Colm Meaney) İngiltere’nin teknik direktörü olmasıyla boşalan koltuğa oturur.
Ancak Clough, burada başarıyı getiren sistemi değil; yeni bir sistemi adapte etmek ister. Bu nedenle de Clough, kendini ormanın tam ortasına düşmüş bulur. Eski sistemin başarılıları, yenilikte yok olacaklarını düşünür ve yeniyi sabote etmek için ellerinden geleni yaparlar. Bu sabotaj sonunda başarılı olur ve Clough girdiği ormanın içinde tıkılı kalır. Fakat burada başarılı olmak uğruna girdiği savaşta en yakın çalışma arkadaşını kurban vermiştir. Peter Taylor’ın (Timothy Spall) yokluğunda kariyerinin çıkışını arayan Clough, bu çıkışı bulamaz ve Taylor’ın gösterdiği patika yoldan yepyeni bir maceranın adımlarını atar.
Clough’ın döneme göre yeni olarak kabul edilen futbol sistemi, eskinin pratiklerinde yok olmuştur. İngiltere futbolunda yeni bir soluk olarak görünen bir teknik direktör, kökleşmiş alışkanlıklar sebebiyle uçurumdan sürüklenmenin eşiğine gelmiştir. Ancak eskinin getirdiği bu acı pratik, filmde sadece sondaki arşiv görüntülerinde gördüğümüz ama filmi izleyen herkesin çok iyi bildiği efsanevi kariyeri beraberinde getirmiştir.
Yeniliklerle gelen başarılar, her zaman kurban vermeyi zorunlu kılar. Tıpkı her devrimin kendi evlatlarını yemesi gibi. Clough da yenilikler yaratarak efsane olmayı düşlediği bu yolda, kurban olarak Taylor’ı verdi. Ancak bu uğurda feda etmesi gereken şeyin yardımcısı olmadığını anlaması, o dönemki Leeds kadrosu, yönetimi ve İngiliz basını nedeniyle mümkün olamamıştı. Clough devrimini yanlış yerde yapmayı denemişti. Fakat bu başarısızlık, onun vermesi gereken kurbanın ta kendisi olmuştu. Kariyerine düşen bu leke, Brian Clough’ın devrim yapabilecek ortamı bulmasını sağlamış ve efsane Nottingham Forest döneminin başlaması da bu ortamın oluşmasıyla mümkün olmuştu.
Her devrimin kendi çocuklarını yediği gerçeğiyle yola çıkan Peter Morgan’ın başarılı metni; Clough’ın geldiği noktaya ulaşırken geçtiği karanlık ormanı özetleme konusunda müthiş bir başarı sağlamıştır. Köklü yeniliklerin; zamandan ve hayattan fedayla, değerlere ve en yakınlara bağlılıkla ve en önemlisi, tamamen hedefe odaklanmış bir zihinle gerçekleştirilebileceğinin bir prototipini bu filmde gözlemleriz. Şartlar olgunlaşmadığı sürece, sadece özgüven ile denenen bir devrim yapma girişiminin ise, büyük bir yıkımdan başka hiçbir şey getirmeyeceğinin de bir tecrübesini seyrederiz. Clough’ın Leeds macerasında yediği tokat; biz seyircilere de, hayattaki devrimlerimizi yaparken sadece kuru bir kararlılıkla değil, tüm şartları göze alarak planlı bir yıkım girişiminin ardından yeniliklerimizi kurmamız gerekliliğini öğretir. Dar Alanda Kısa Paslaşmalar (Yön: Serdar Akar, 2000) filmindeki klasikleşmiş “Hayat fena halde futbola benzer.” tabiri de, bu tokat sayesinde bir kez daha tezahür eder. Hem filmin klasik anlatımcı sinemanın gerekliliklerini ustaca sağlayan senaryosu, hem de film karakteri olarak Brian Clough’ın yaşadığı transformasyon, hayatın futbolla paralel ilerleyen döngüsünün sonuçlarıdır.
Sabır ve kararlılık; sinema, futbol ve hayatta başarıya giden yoldaki en kıymetli dostlardır. Bu paralellik ise, bizlere formülize edilmiş gibi görünen ama hiç de şaşmayan hikayeler sunar. Bu hikayeler ise hayatın ta kendisidir.
Not: Tom Hooper’la birlikte The Poachers’a da ilham veren Brian Clough, pek çok yerde bu balladla da anılmaktadır.
Bu film eleştirisi, Deplase Dergi’nin Eylül 2020 sayısında yayımlanmıştır.