Kötü Kaderin Gamsızlığı – The Big Lebowski (1998)

Kötü Kaderin Gamsızlığı – The Big Lebowski (1998)

Filmlerde gözlemlediğimiz sporcu karakterleri genellikle çalışkan, azimli, inatçı ve en büyük olmak için büyük mücadelelerin içinden geçmiş insanlardır. Bu hikayeler sayesinde klasik anlatımcı sinemada taşlar yerine oturur ve filmin anlatım kısmındaki temel pürüzler giderilmiş olur. Ancak tam anlamıyla bir spor filmi olarak değerlendiremeyeceğimiz The Big Lebowski ise; bu yapıyı tam tersine kurarak sistemi çalışır haline getirir. Karakterin motivasyonu başarılı olmaktan ziyade, hayatın bir yerinde yalnızca var olmaktır.

Coen Kardeşler denince akla gelen ilk filmlerden biri olan ve 90’lar sinemasının en başarılı işlerinden olan The Big Lebowski; yalnızca “The Dude” olma amacıyla yaşayan Jeffrey Lebowski’nin (Jeff Bridges) hikayesini sunar. Bu hikayedeki bowling salonu; protogonistimiz olan The Dude’un tek sosyalleşme alanıdır. Bowlingde elde ettiği başarılarla yetinen The Dude; salaş bir biçimde akan hayatında, yalnızca kimlikte yazan ismi nedeniyle başına belalar açılan bir karakterdir. Nihilist Doğu Avrupalılar’ın, zengin bir sanatçının ve çok daha zengin bir iş adamının oluşturduğu sarmal içerisinde kaybolan The Dude; sadece White Russian ile bowling ikilisine dönmek için mücadele verir. The Dude’un hikayesi; yalnızca varlığının ona getirdiği bir şanssızlık nedeniyle ortaya çıkmıştır.

The Dude, en yakın arkadaşı Walter (John Goodman) ve ekibin salağı muamelesi gören Donny (Steve Buscemi); bir bowling takımı olarak arz-ı endam ederler. The Dude’un başından geçen olaylar silsilesi yaşanırken, bir yandan da bowling salonunda yapılan şampiyonanın eleme maçlarını oynamaktadırlar. Sadece oyunda olmak isteyen The Dude’un aksine, savaş gazisi olduğunu iddia eden Walter’ın amacı; bu turnuvayı ne olursa olsun kazanmaktır. The Dude’un başına gelen olaylarda da onu yalnız bırakmayan Walter; oyunda olduğu gibi, hayatın diğer kısımlarında da verdiği aşırı tepkiler nedeniyle başını belaya sokar. Hırs ve güç arzusu Walter’ın beklediği başarılara ulaşmasını zedeleyen birincil nedendir. Hırsı nedeniyle verdiği aşırı reaksiyonlar; hem turnuvada sıkıntılı bir duruma düşmelerine, hem de The Dude’un başına gelenlerin katlanarak artmasına neden olur.

Bowling turnuvalarında uzun süredir yer alan ekibimiz; bu turnuvada iddialı bir rakiple karşılaşmak için hazırlanırlar. Bu rakip; günümüzde dahi hazırlanışındaki aşırı saçma hareketleriyle komedi unsuru olan Jesus Quintana’dır. Jesus’un Walter ve The Dude’u sözlü tehditleri, hırsı nedeniyle yaptığı saçma hareketler ve geçmişindeki çocuk tacizi skandalı; onu da Walter gibi aciz bir seviyeye indirir.

Hırs, bu filmde en kötü sonuçların başlangıcı olarak karşımıza çıkar. The Dude’u tehdit eden ve tartaklayan her insan; kişisel hırsları nedeniyle küçük düşer ve filmin ilerleyen kısımlarında ölür. Walter ve Jesus ise; oynadıkları bowling sporunda aciz duruma düşerler. Hırsları olmadığına kesin gözüyle baktığımız The Dude ise; yaşanan onca olaya rağmen hayatına devam eder.

Hayatın her alanında gözlemleyebileceğimiz yükselme arzusu, The Big Lebowski’de alaycı bir tavırla resmedilir. Coenler’in absürt mizahının, filmin tamamında etkisini hissettirdiği bu resmediş biçimi; kolay yollardan kazanma uğruna yapılan saçmalıkların, ucu bucağı olmayan bir hayal aleminde kaybolarak alaya alınmasını sağlar.

Ayrıca film; şans olgusunun da çabalamakla geri gelmeyecek bir şey olduğunu da, The Dude karakterinin varlığıyla ispatlamayı başarır. The Dude’un gösterdiği hiçbir çaba, büyük idealler ya da şansını tersine çevirmek üzerine değildir. Yalnızca eski pozisyonuna canlı bir şekilde varmak için şanssızlık sarmalından çıkmaya çalışır. Bu uğurda kaybettiği takım arkadaşı Donny’i bile, farkında olmadan kurban vermiştir. Şansının ona getirdiği kötü sonucun ardından, yine eski konumu olan bowling salonuna gider ve White Russian’ını içer.

Hırsları nedeniyle şiddete başvuran, kolay yoldan para kazanma derdine giren, turnuvayı kazanmak için hile yapan ve silah kullanmaya kalkan her insan; bir noktada kaybeden olmaya mahkum olur. Hayatın her alanında geçerli olarak görebileceğimiz bu kural; The Big Lebowski’de klasik spor filmlerinden alıştığımız bir sonuçla gösterilmez.

Mücadelesizliğin de, istemeden de olsa, bir mücadele çeşidi olabileceğini gösteren film; hem şans kavramının hem de kontrolsüz hırsın tam karşısına The Dude’un tavırlarıyla geçer. The Dude’un boş vermişliği; başarının tezi değil, yaşamanın gamsız bir formu olarak değerlendirilebilir. En büyük olma ihtiyacı duyulmayan bu formda; hobilerin varlığı, en iyi olmaktan katbekat önemlidir. Bu nedenle de, ne olursa olsun oyuna devam etmenin bir yolu bulunur.

Bu film eleştirisi, Deplase Dergi’nin Nisan 2021 sayısında yayımlanmıştır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.