Üç bölümlü dramatik yapıda en çok kullanılan karakterizasyon çeşidi; karakterin yolculuğu olarak tanımlayabileceğimiz versiyondur. Giriş, olayların başlangıcı ve karakterin ormanı, katharsis ve finalden oluşan bu süreç; spor filmlerinde mükemmel bir biçimde çalışmaktadır. Ancak bazı filmlerde, özellikle de spor filmleri arasında başyapıt olarak görülebilecek eserlerde bu yapının dışına kolayca çıkılır ve bu çıkış sayesinde kaybedenlerin hikâyesini görmeye başlarız.
The Wrestler bu kaybedişlerin en görkemlisini ve en sıradanını aynı anda seyirciye aktarmayı başarmaktadır. Randy ‘The Ram’ Robinson (Mickey Rourke), emekliliği tercih etmesi gereken ve bir zamanlar başarılıyken kariyerinin sonlarında perişan olan bir Amerikan güreşçisidir. Amerikan güreşlerinin sahte yapısı, ona saygınlığı içinde barındırmayan bir şöhret kazandırmıştır. Ancak bu şöhretten maddi olarak geriye hiçbir şey kalmamış ve fiziksel sıkıntıları da beraberinde getirmiştir. Kalp rahatsızlığı ve işitme problemi bunlardan başlıcalarıdır.
Randy, güreşsiz devam edecek yeni hayata alışmakta epey zorlanmaktadır. Şöhretin yerini silik ve yalnız geçen çalışma koşulları almış, ayrıca parasızlık ve ailesinin parçalanmış olması problemleri de hiçbir şekilde onu bu döneminde terk etmemiştir. Alışma süreci gitgide uzar ve şöhretinin getirdiği düşük seviyedeki maçlardan birini kabul eder. Bu maç, Randy’nin gözünde geri dönüş gibi olsa da; hayatın gerçekleri bu maçın bir veda maçı olacağını apaçık belli edecektir. Randy The Ram bu maç ile hem bizlere, hem de muhtemelen filmin evreninde yaşayan taraftarlara veda etmiştir. Yaşlılığına ve sakatlıklarına rağmen kabul ettiği bu dövüş; hem filmdeki taraftarlarına müthiş bir gösteri sunar, hem de biz seyircilerin karakter analizini zihninde tamamlamasını sağlar.
Spordan çok bir eğlence biçimi olarak da değerlendirilebilecek bir alan olan Amerikan güreşinde, kazanma hırsı yerini şöhretin cazibesine bırakır. Çünkü bu ringdeki her şey kurgudur. Fizikle yapılması gerekenler; absürt darbelerin ve üzerinde kırılan cisimlere mukavemet göstermek yeterlidir. Fiziksel dayanıklılık, ikonik bir figür oluşturarak da desteklendiğinde Amerikan güreşinde “başarı” yakalanmış olur. Randy Robinson da “The Ram” karakterini insanlara sevdirerek başarıyı elde etmiştir. Ancak fiziği onu yalnız bırakmaya başladığında, yaşadığı kasabada şöhret ve normal hayat arasına sıkışmak zorunda kalır. İkisinin arasında sürüklendiği anlar ise, bu filmin dramatik yapısını oluşturan olaylar zinciri olarak karşımıza çıkar.
Yayınlandığı dönemde epeyce ses getiren film, kariyerinde tıpkı canlandırdığı Randy “The Ram” gibi yeni bir yol arayan Mickey Rourke’a Oscar adaylığı ve Altın Küre’de En İyi Erkek Oyuncu ödülü getirir. Mickey Rourke kariyerine jön bir aktör olarak başlamış; ancak ilerleyen süreçte yaşadıkları, onun yaşlılık sürecinde bu şöhreti devam ettirememesine neden olmuş ve B tipi filmlerde rol almaya başlamıştır. The Wrestler ile o da Randy gibi bir dönüş fırsatı yakalamış ve kaderleri paralel ilerleyen bu iki karakter, Mickey Rourke’un bedeninde buluşarak bizlere sunulmuştur.
Darren Aronofsky ise; Amerikan sinemasının 2000’li yıllarına yaptığı bağımsız filmlerle sinema tarihine damga vurmuş, ancak The Fountain’ın (2006) gişede başarısız oluşunun ardından kariyerinin düşüşe geçmesi beklenen yönetmenlerden biri olmuştur. Aronofsky; bu filmden neredeyse 30 yıl önce tıpkı Martin Scorsese’nin başarısız ve depresif bir dönemin hemen sonrasında Raging Bull’la (1980) yaptığı gibi, toplum gözünde klişe görünebilecek bir spor filmi prototipine muhteşem bir kaybeden sığdırır. Bu kaybeden, herkesin gözü önünde itibarını yaşlılığına ve hatalarına kaybetmiş ve hayatta kalabilmek adına onu geri kazanmak zorundadır. Tıpkı Scorsese’nin Jake La Motta’sı gibi. Hem filmin başrol oyuncusuna hem de yönetmenine de Randy The Ram’in finalde düşlediği geri dönüş fırsatı gibi bir fırsat veren The Wrestler, her ikisinin de kariyerine önemli yollar açmış bir film olur. Şöhret, filmdekinin aksine kanlı canlı ve hak edilmiş bir şekilde geri kazanılmış olur.
Ülkemiz dizi tarihinin en önemli işlerinden olan Behzat Ç.’nin (2010-2013, 2019) ilk sezonunda dizinin villainı Ercüment Çözer (Nejat İşler) Behzat’a (Erdal Beşikçioğlu); “Mutsuzluğun resmini çizebilir misin?” sorusunu sorar. The Wrestler, Behzat’ın çizdiği mutsuzluk resminin sporda vücut bulmuş hâlidir. Şöhret ve şöhretin sunduğu imkanlarla, sıradanlığın ve çaresizliğin arasında gidip gelen Randy; ne yaparsa yapsın mutsuzluğuna çözüm bulamaz. Bu nedenle Randy’nin vedası, aslında hayata vedaya da yakın bir noktadadır. Çünkü mutsuzluğun aşılamadığı hiçbir yerde şöhret teselli olamaz.
Bu film eleştirisi, Deplase Dergi’nin Ağustos 2020 sayısında yayımlanmıştır.