Nefesimiz Kesilene Kadar Özgürüz

Nefesimiz Kesilene Kadar Özgürüz

Bağımsız sinema örneklerinden biri olan Nefesim Kesilene Kadar (2015), Emine Emel Balcı’nın ilk uzun metrajlı filmi olarak karşımıza çıkmaktadır. 2015 yapımı ve 94 dakika dram türünde olan film, prömiyerini Berlin Film Festivali’nin Forum bölümünde yaparken, bu bölümde En İyi Film Ödülü için de yarışmıştır. ‘Nefesim Kesilene Kadar’ bugüne kadar İtalya’da Middle East Film Festivali, Belçika’da MOOOV, Danimarka’da CPH PIX, Almanya’da Münih Türk Filmleri Festivali, İran’da Fajr Film Festivali gibi festivallere katıldı. Film ,16. Jeonju Film Festivali’nde ‘Özel Mansiyon’, 22. Uluslararası Adana Film Festivali Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’n da Türkan Şoray Umut Veren Genç Kadın Oyuncu Ödülü, 6. Malatya Uluslararası Film Festivali’n de En İyi Kadın Oyuncu ve NETPAC Ödülü, 48. SİYAD Türk Sineması Ödülleri’n de Umut Ödülü “Ahmet Uluçay En İyi İlk Film Ödülü” ve yine En İyi Kadın Oyuncu ödüllerinin de sahibi olmuştur. Esme Madra’nın başrolünde olduğu filmde ayrıca Rıza Akın, Uğur Uzunel, Ece Yüksel, Gizem Denizci, Pınar Gök, Yavuz Pekman ve Sema Keçik rol almıştır.

Peki, bunca ödülle dile gelen ve bağımsız bir sinema olarak karşımıza çıkan Nefesim Kesilene Kadar filmi neyi anlatıyor?

Film, bir tekstil firmasında çalışan Serap’ın ayakta kalma mücadelesini anlatır. Ablası ve eniştesiyle yaşamak Serap için çekilmez bir hâle gelmiştir. Tek isteği uzun yol şoförü olan babasıyla bir eve çıkmaktır. Ancak babasının bu fikre karşı kayıtsız olduğunu fark eder. Yalnızlık ve yoksullukla boğuşan Serap, artık ipleri kendi eline almak zorundadır. 1

Serap, bütün olanaksızlıklara ve yarı yolda bırakmalara karşın devam etmeye çalışırken toplumda kurulan genel geçer ahlak kurallarının ve cinsiyet temelinin kaygan bir zeminde buluştuğunu cesurca gözler önüne seriyor.

Nefesim Kesilene Kadar

Nefesim Kesilene Kadar cümlesini hayatımızın hangi noktalarında kullandığımızı şöyle bir düşünürsek aklımıza gelecek olanlar bir hırs ve tutku hali olabilir. Peki, Serap’ın duygusu ne? Bence yaşama tutunma tutkusu. Olan her şeye rağmen devam etme isteği. Mücadelesini, umudunu ve aslında sadece diğer insanlar gibi nefes alma isteği. Sadece filmin adına bakarak, filmin özünü oluşturan şeyi görebiliyoruz. Bu açıdan sadece filmin ismi deyip geçmemek lazım. Serap’a verilen umut aslında Türkiye’deki bütün kadınlara verilmiş bir umut.

Kurulan dünya ataerkil bir dünya mı yoksa kapitalist bir dünya mı? Yoksa her ikisi de mi?

Serap’ın dünyası her gün yolda yürürken yaşadığımız dünyaya bir ayna olarak karşımıza çıkıyor. Kadının kendini topluma kabul ettirmesi güç, çalışması ayrı güç. Burada karşımıza çıkan sorun kadının çalışması kendi özgürlüğünü sağlayabilmesi için yeterli olmadığı. O zaman bu kadınlar ne yapacak?

Serap, bir konfeksiyon işçisi olarak kötü şartlar altında ve olabildiğince az bir haftalıkla saatlerini ve günlerini iş yerine harcarken, evde onu bekleyen eniştesi, aldığı birkaç kuruşu istemektedir.

Ayşe Dudu AydoğanKapitalizm Kadını Özgürleştirdi mi? Köleleştirdi mi? Soruları Bağlamında “Nefesim Kesilene Kadar” Filminin İncelenmesi adlı makalesine şu şekilde bir bölüm ekleyerek ataerkil dünyayı açıklamıştır: ‘’Maria Mies, Ataerkil ve Birikim kitabında toplumların uğradığı değişimler sonucunda ortaya çıkan ataerkil sistem tarafından yaratıldığını, sadece psikolojik ve biyolojik bir yönünün olmadığını bunun yanı sıra toplumsal bir süreç olduğunu da açıkça ifade etmektedir. Bu bağlam içerisinde de Maria-Rosa Dalla Costa ile birlikte kadınların uğradığı bu sömürüyü üçlü bir anlam içinde okumak gerektiğini söylemektedir: “Kadınlar erkekler tarafından (yalnızca ekonomik olarak değil, aynı zamanda insan olarak da) sömürülürler ve ev kadını olarak sermaye tarafından sömürülürler. Ücretli işçi olmaları durumunda, ayrıca ücretli- işçi olarak da sömürülürler” Bu demek oluyor ki kadının bu süreç içerisinde emek sömürüsüne uğramasının temel iki boyutu vardır. İlki tarihsel ve ekonomik bir süreç içerinde özel mülkiyet kavramının ortaya çıkmasıyla kadının ev içine çekilmesi bunun sonucunda da kadının ataerkil yapıya hizmet etmek zorunda bırakılmasıdır. İkincisi ise hızla gelişmeye devam eden endüstrileşme sürecinde, iş gücüne ihtiyacın duyulması ve kadınların endüstriyel üretim alanına dâhil edilerek ucuz iş gücü bağlamında emeğinin sömürülmesidir. Daha özet bir ifadeyle “aileye ait özel alanda ya da ‘yeniden üretimde’ kadınların ezilmesi ‘ataerkinin’ işidir ve ataerki üst yapının parçası olarak görülür, işyerinde ve fabrikada çalışan işçiler olarak sömürülmesi ise kapitalizmin işidir.”2

Maddi bağımsızlığını kazanmış bir kadın olmak da ne yazık ki ataerkil yapının yıkılması için tek başına yeterli bir sebep olarak gösterilemiyor. “Kadının sadece çalışıp gelir elde etmesi ile özgürlüğü elde etmenin aynı şey olmadığını belirten Beauvoir: üretim ilişkileri ile kadının çalışmasına rağmen bağımsızlık endişesini dile getirmektedir.”3

Haftalık aldığı harçlıkları almadığını söyleyerek ve gizleyerek ilk ataerkil yapı olan eniştesine karşı çıkan Serap, hem işte hem evde emeğinin sömürülmesine alışkın olan kadın portatifinin dışına çıkıyor. Eniştesine yalan söylerken evdeki sömürüyü ve ataerkil yapıya bir başkaldırı içinde olsa da iş yerindeki durum çok da değişmemektedir. Buna rağmen yılmadan çalışmaya devam edip, bir süre sonra da depoda kalma ihtimaline rağmen evden ayrılan Serap, ataerkil yapıya ilk ciddi sarsıntıyı yaratmıştır. Bu sarsıntıları devam ettiren Serap, bir süre sonra babasının yalan söylediğini anlayarak ona da karşı çıkmaktadır.

Ataerkil ve kapitalist sistemin içinde kıvranan kadın tam olarak ne halde?

Serap hem fiziksel olarak hem de ruhsal olarak karşımıza cinsiyetsiz bir şekilde çıkmaktadır. Giydiği kıyafetler, öz bakım konusundaki yabancılığı ve ikili ilişkilerdeki savunmasızlığı ve bilmemezliği iki sistemin içinde sıkışıp kaldığını ve debelendiğini gösteriyor. Serap bu düzenin tam olarak farkında olmasa da bir şeylerin ters gittiğinin farkında olarak etrafını ve kadınlığını keşfetmeye çalışmaktadır. Arkadaşı ona ağda yaptığında verdiği tepkiler bunu kanıtlar nitelikte. Ardından birkaç sahne sonra gelen araba sahnesinde aynada yüzüne bakması bunun devamıdır.

Aslında kadın erkek demeden, insan olduğu için sahip olması gereken birçok şeye sahip olamaması bizi kadınlık erkeklik mevzusundan çıkartıp bir insanlık sorununa getiriyor. Serap’ın cinsiyetsiz durması da bunu destekler nitelikte.

Serap’ın yanı sıra filmde birçok kadın karakter görüyoruz. Bunlardan biri de abladır. Abla karakteri erkek egemen toplum tarafından sindirilmiş ve sessizleşmiştir. Öyle sessizleşmiştir ki eşinin kız kardeşine davranış şekli bile ona tepki vermesini sağlamaz. Aydoğan incelemesinde bu konuya dair şu şekilde söylemektedir: ‘’Connell bu şekilde kadınların erkeklere tabi kılındığını ve bu tabi kılınma karşısında kadınların bir boyun eğiş tavrı sergileyerek erkeklerin çıkarlarına hizmet etmeye başladığını söylemektedir. Bu kadınlık biçimini de “ön plana çıkarılmış kadınlık” olarak adlandırmaktadır. Kocanın, ablaya “otur sen yemeğini ye” söylemi ve aynı sahne içerisinde para bulabilmek için Serap’ın çantasını kocası istediği için sorgulamaksızın araması da kadının ataerkil karşındaki pasif konumunu perçinlemektedir. “Ataerkil kültürde kadın, hâlâ anlam yapıcı değil anlam taşıyıcısı konumuna bağımlı olan sessiz imgesi üzerine erkeğin, dilsel komuta aracılığıyla zorla yüklediği fantezi ve takıntılarını sonuna kadar yaşayabileceği bir düzenle kuşatılmış olarak erkek öteki için bir gösteren yerine geçer”. Bu nedenle filmde, Serap’ın eniştesi etken konumda yer alırken ablası ise kocasının söylediklerini yerine getirerek edilgen bir konuma yerleşmektedir.4’’

Yine kadın karakterlerden biri olan Dilber, sağlıksız şartlar altında çalışan biri olarak çıkarken karşımıza, filmde dişiliğinin farkında olan tek kadın karakter de diyebiliriz. Bunu kullanarak, yaşama tutunma çabası ve yaşamda yer edinme çabası ise yine ataerkil düzenin ekmeğine yağ sürmektedir. Öyle ki, iş yerinde uygunsuz davranan iki kişi olmalarına yani bir kadın ve erkek olmalarına rağmen kadın karakter işten çıkarken erkek karakter hala işe devam etmektedir. Bu da ataerkil düzenin erkek yaparsa olur ama kadın yapamaz savunusunun bir göstergesidir. Konfeksiyon atölyesinin başında duran Sultan karakteri ise eril ve kapitalist sistem arasında sıkışan bir diğer kadındır. Zamanla bu sağlıksız şartlara karşı sertleşmiştir. Filmin sonuna doğru giren Funda karakteri ise bir çocukluğun yitimi olarak karşımızdadır.

Serap ve Funda gibi kaybolan çocukluklar

Serap’ın hikayesi derinlikli olduğu kadar da film ilerledikçe derinleşiyor. Bir süre yetiştirme yurdunda kaldığını öğrendiğimiz Serap yurttan kaçmış ve oradaki hayatını hatırlamak istememektedir. Bu yüzden Funda’yla ilk karşılaştığı andan itibaren onun yurt ile ilgili sorularına cevap vermemektedir. Babasına olan inancı bittikten bir süre sonra Funda’ya yol gösterici olmaya başlayan, rol model haline gelen Serap o günler hakkında az da olsa konuşur. Buradan yola çıkarak da sadece kadın olmasına izin verilmemiş değil aynı zamanda zamanında bir çocuk olmasına da izin verilmediğini görüyoruz. Bunun yanı sıra babasıyla gittiği lunaparktaki eğlenen Serap, gondoldan indikten sonra kusmasına rağmen babasına ‘’Daha jeton var mı?’’ dediğinde yüzümüze çarpmış oluyor.

Funda’nın yüzündeki çocukluk ifadesi bunu destekler nitelikteyken, yurt anılarından hüzünle bahsetmesi ve daha önce de başka işlerde deneyimi olduğunu söylemesi çocukluğunu yaşayamadığının bir diğer kanıtıdır. Bu şekilde yok olup giden bunca çocuklukların arasından her gün nasıl hiçbir şey yokmuş gibi geçip gidebiliyoruz sorusu canlanıyor zihnimde.

Ahlak kuralları

Genel geçer ahlak kuralları var mıdır? Var olması durumunda bunlara hep uyar mıyız? Kendi halinde hayatına devam etmeye çalışan Serap, yakın arkadaşının hoşlandığı çocukla beraber olması sonrasında onu işten attırması bir ahlak çerçevesine sığar mı diye bir sürü tartışma olmuş. Bunun yanında Yusuf’la içmeye gittiklerinde gördüğü parayı çalması gibi yansıtılan durum konusunda da oldukça farklı görüşler var.

Yönetmen, Serap’ı bize gösterirken onun temelinde bir insan olduğunu ve hayatın içinde kendini bulma çabasını anlatıyor. Bu yüzden onun da hata yapma, ‘’kötü bir şey yapma’’ gibi lüksleri bulunduğunu belirtmekte fayda var. Çünkü hepimiz, herkes gibi yolda yürürken ayağımıza takılan taşa sinirlenip, onu nereye attığımızı umursamadan bir yerlere fırlatmışızdır. Aynı zamanda gördüğü para, kendi parası olduğu ve babasının aslında onunla yaşamak istemediğini fark etmesi üzerine yaşadığı hayal kırıklığı ile ona ait olandır. Bu yüzden buna sıradan bir hırsızlık suçlaması atfedilmemelidir.

Peki bu dünyanın içinde erkekler nasıl çizilmiştir?

Filmde üç tane erkek karakter vardır. Baba, enişte ve Yusuf. Aslında üçü de kapitalizm içinde sıkışmış ve kaybolmuş karakterlerdir diyebiliriz. Baba karakterinin daha fazla para kazanma hırsı uğuruna kötü işlere bulaşması, Yusuf karakterinin de bu işlerin bir yerinde üstü kapalı olsa da bulunması ve eniştenin Serap’tan para istemesi ve yemeğini esirgemesi bu düzenin bir parçasıdır. Aslında temelinde yatan konu kapitalizmin bütün insanları etkilediği ve kötüye sürüklemesidir diyebiliriz. Kapitalizm, cinsiyet fark etmeksizin kadın ve erkeği uzun çalışma saatleri ve kötü çalışma koşulları içerisinde az bir ücretle çalışmaya tabi kılmıştır.5

Serap bir anti-karakter mi?

Yönetmen Serap’ı bir anti-karakter olarak tanımlıyor. Arada kalmış, mutlak iyi ya da mutlak kötü olmayan Serap, her gün karşılaştığımız milyonlarca insandan biri olarak dimdik duruyor karşımızda. Son zamanların en iyi anti-karakter çizimlerinden biri olan Serap, sıradan hayatının kapılarını bize aralarken ‘’öylesine bir kadın’’ oluşunun gerçekliği ile sarsılıyoruz. Filmin başarısı Serap’ın anti-karakter olması da eklenerek daha da katlanıyor.

Son olarak Nefesim Kesilene Kadar

Filmde müzik kullanılmamış, hayatın sıradanlığı için koşuşturmacalar kendi seslerini oluşturmuş. Bu yüzden de hiç gereklilik hissetmiyorsunuz. Sinematografik açılar da aynı şekilde kendi halindeliğine bırakılmış. Serap’ın her sahnede var olması ve kameranın onunla hareket etmesi, Serap’ın dünyasının içine dahil olmamız için mükemmel kurgulanmış.

Kapitalizm ve sıradanmış gibi görünen ama yok olmaya yüz tutmuş bunca hayatı böyle dile getirebilmenin büyük bir başarı olduğunu düşünüyorum. Emine Emel Balcı’nın ilk uzun metraj filmi olmasına rağmen sinema diline olan hakimiyeti de takdir edilesi. Diğer işlerini merakla bekleyeceğimizden eminim.

KAYNAKÇA

Kapitalizm Kadını Özgürleştirdi mi? Köleleştirdi mi? Soruları Bağlamında “Nefesim Kesilene Kadar” Filminin İncelenmesi / Ayşe Dudu Aydoğan

1 Ravza Belemir Aydın

2 Kapitalizm Kadını Özgürleştirdi mi? Köleleştirdi mi? Soruları Bağlamında “Nefesim Kesilene Kadar” Filminin İncelenmesi / Ayşe Dudu Aydoğan

3 Kapitalizm Kadını Özgürleştirdi mi? Köleleştirdi mi? Soruları Bağlamında “Nefesim Kesilene Kadar” Filminin İncelenmesi / Ayşe Dudu Aydoğan

4 Kapitalizm Kadını Özgürleştirdi mi? Köleleştirdi mi? Soruları Bağlamında “Nefesim Kesilene Kadar” Filminin İncelenmesi / Ayşe Dudu Aydoğan

5 Kapitalizm Kadını Özgürleştirdi mi? Köleleştirdi mi? Soruları Bağlamında “Nefesim Kesilene Kadar” Filminin İncelenmesi / Ayşe Dudu Aydoğan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir