Ölüm ve Yaşam Arasında: Raging Bull (1980)

Ölüm ve Yaşam Arasında: Raging Bull (1980)

İkonlar büyük yaşamaya mahkumdur. Ancak bu büyüklüğü ayarlamak ve onu ömür boyu devam ettirebilmek de ikonların en büyük görevi. Raging Bull; filmin muhtevası ve dış etkenleriyle ikonların kaderini tayin eden bir yapımdır. Bir yandan sinemada iki ikon göz önüne gelirken; bir yandan da hayatı filmle taçlandırılan efsane boksör Jake LaMotta’nın (Robert De Niro), kariyer açısından ikonluk mertebesinden inişini bu filmle gözlemleriz.

Boksun efsane ismi Sugar Ray Robinson’ı yenerek, orta siklet dünya boks şampiyonu olan Jake La Motta; İtalyan mahallelerinden gelen genç bir adamdır. Kazandığı başarıların ardından Jake’in kişisel hırsları, zevkleri ve kişilik sorunları; bir ikon adayının yok olma sürecini başlatır. LaMotta ailesinin, kariyerin ve Jake’in ta kendisinin dibe vurduğu bu süreç; mükemmelliğin gelip geçiciliğine ve azami şekilde korunması gerektiğini işaret eder. Şampiyonluk sonrasındaki ruh haliyle; Jake’in mücadelesinin yalnızca ringde olmadığını ve sporcunun yalnızca sahadaki birey olmadığını bu filmde tasdiklemiş oluruz.

Jake’in yaşadığı alkol ve uyuşturucu problemi; önce karısını ve kardeşini kaybetmesine, sonrasında özgürlüğünü ve bokstan elde ettiği maddi gücü kaybetmesine neden olur. Bu kayıpların ve bağımlılıkların esas nedeni ise, Jake’in bir anda elde ettiği başarıyı psikolojik olarak kaldıramamış olmasıdır. Hayatının sıfır noktasına geldiği yerde ise; kilo almış ve yaşlanmış Jake LaMotta, kariyerine üçüncü sınıf bir barda komedyenlik yaparak devam eder. Hatalarını kritize ederek para kazanmaya başlayan eski boksör, hapisteki psikolojik ve ruhani kırılmasıyla bunu başarır. Başarılı olduğu dönemde etrafındaki tüm yakınlarını kaybeden LaMotta; kendisini görüp de selam vermeyen kardeşine üzülse de, hikayesinden ders çıkarır ve hayatta kalmayı başarır.

Efsanevi sporcularda gördüğümüz kariyer kontrolü ve süreklilik sağlanamadığı için, Jake LaMotta’nın ikonlaşma süreci sporda yaşanmaz. Kavgalarıyla, sahada yaptığı şikelerle ve tecavüz suçundan hapse girmesiyle trajik bir düşüş hikayesi elde eden Jake LaMotta; konu edildiği film sayesinde ikona dönüşür. Sporda efsane olması beklenen kariyer, sinemanın en önemli aktörlük performanslarından birine ilham olarak sembolleşir. Bu sembol; filmin ruhunun üç sac ayağında da tezahür etmesiyle anlatıya dönüşür ve Scorsese’nin 80’li yıllara armağan ettiği ilk başyapıtı izlemiş oluruz.

LaMotta’nın yaptığı hataları benzerlerini Martin Scorsese de hayatında yapmıştır. Taxi Driver (1976)’ın ardından elde ettiği başarıyla New York New York (1977) adlı müzikali çeken dönemin genç yönetmeni; bu filmde ticari ve sanatsal olarak istediğini bulamayınca tıpkı LaMotta gibi içsel bir çıkmaza düşer. Uyuşturucu bağımlılığı nedeniyle hastaneye yatırılan ünlü yönetmen, yıllardır beraber çalıştığı Robert De Niro’nun verdiği ilhamla yeniden kendini setlere hazırlar. Raging Bull’un senaryosunu çekmesi için, Scorsese’ye aylarca baskı yapan De Niro; Scorsese’nin kurduğu dünyadaki Jake LaMotta olmayı istemiştir.

Bu fikri uzun uğraşlar sonucu kabul eden Martin Scorsese; rejisiyle tarihi bir performansa dönüşen bir yapıt ortaya koyar. Siyah beyaz çekilen, yalnızca anıların renkli olduğu (klişe olarak tercih edilen tekniklerin tam tersi) ve bir “boks filmi”nden beklenmeyecek şekilde klostrofobik dövüş sahneleri izlediğimiz Raging Bull; LaMotta’yla birlikte Scorsese’nin de tezahür ettiği bir yapım olarak okunabilir. LaMotta’nın düştüğü çukurun yolunu izleyen Scorsese, kendi çukurundan çıkmak adına LaMotta’nın hikayesinde psikolojik tahlilleri kamera açılarıyla monte etmeyi başarır. Ringdeki boksörün, hapse düşen eski boksörün ve ailesini mahveden adamın hikayesi; nefes alış verişleri ve reaksiyonlarıyla dahi anın ruhunu ve hissiyatını resmeder. Raging Bull’a kadar benzer bir dağılmayı yaşayan Scorsese, karakterde kendini de diriltir. Ve sonrasında beğenmediği kendisini de trajikomik bir sonla uğurlar. Filmi adadığı hocasına referans olarak “Tek bildiğim şey kör olduğumdu. Ancak şimdi görebiliyorum.”* cümlesini LaMotta’nın kendi kendine konuştuğu sahneye yerleştiren Scorsese, kendi hayatının resmini de LaMotta’da görmüş olur.

Filmde bulunan her insanın hayatına dokunmayı bir şekilde başaran Raging Bull, LaMotta’yı popüler kültüre yeniden katar ve farklı bir ikon haline getirir. Scorsese’yi efsane statüsüne çıkarır ve sinemanın ikon yönetmenlerinden olur. Robert De Niro ise performansıyla ikinci Oscar’ını alır ve aktörlüğün ikonu olma yolunda büyük bir adım atar. Köhnemiş bir ikon figürü yıkmak, üç farklı ikonu yarattı. Sinemanın, sporun ve hayatın yıkıntılarıyla ortaya çıkan sonuç ise bir sinema efsanesi oldu.

* Esril Bayrak, Filmloverss.com, Raging Bull Hakkında Bilinmesi Gereken 15 Detay, https://filmloverss.com/raging-bull-hakkinda-bilinmesi-gereken-15-detay/

Bu film eleştirisi, Deplase Dergi’nin Aralık 2020 sayısında yayımlanmıştır.

1 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir