Ruhsal Acının Fiziksel Acıya Dönüştüğü Bir Dünya: Köpekler Pantolon Giymez

Ruhsal Acının Fiziksel Acıya Dönüştüğü Bir Dünya: Köpekler Pantolon Giymez

2019 Finlandiya ve Letonya ortak yapımı olan Köpekler Pantolon Giymez filminin yönetmen koltuğunda Jukka-Pekka Valkeapaa oturuyor. Prömiyerini 2019 Cannes Film Festivali’nde ‘Yönetmenlerin On Beş Günü’ bölümünde gerçekleştirmiş. Filmin konusuna kısaca değinecek olursak: Karısının ölümünden sonra kızıyla tek başına kalan Juha, karısının ölümünü atlatamamış ve öldüğü günde kalmış, bu yüzden kızıyla bile yeteri kadar ilgilenmeyen; ilgisiz, soğuk ve tek başına birine dönüşmüştür. Kızının doğum gününde onunla beraber piercing yaptırmaya giden Juha, piercing salonunun dışında dolaşırken bir sahibe olan Mona ile karşılaşır. Hoş bir tesadüf yaşamasalar da Juha’da bırakılan etki Juha’nın Mona’yı tekrar bulmasını ve onunla köle-sahibe ilişkisi yaşayarak karısına olan özlemini dindirmesini konu alıyor.

Filmin afişine göz gezdirdiğimizde kırmızı ve siyah renklerinin ön planda tutulduğunu görüyoruz. Sert ve karanlık bakışlarıyla bir koltukta oturan Mona, deri bir kıyafetle bizi karşılıyor. Sadece afişe baktığımızda bize sunulan dünyanın tamamen Mona’ya ait olduğunu düşünebiliriz. Ama film daha ilk sahneden hikayenin sahibinin aslında Juha olduğunu bize sık sık hatırlatıyor. Film, isim konusunda oldukça ilgi çekici ve çarpıcı. Mona’nın afişteki görüntüsü ile birleştirdiğimizde bunun sert ve alışılmışın dışında, aynı zamanda rahatsız edici bir film olacağından eminiz. Fakat bu kadar dikkat çekici bir afiş olmasına rağmen, afiş konusunda basit düşünüldüğünü ve filmin ruhunun iyi yansıtılmadığını düşünüyorum.

Film, bir göl evinde Juha’nın balık tutmasıyla başlıyor ve ardından ölü bir balık görüyoruz. Ardından bu balığı yemek sofrasında yemiş ve sadece başının kaldığını görüyoruz. Hemen ardından küçük kızın kopardığı çiçeklerle annesinin saçını süslediğini izliyoruz. Bu iki sahne ölümle bağdaştırılmış. Hem koparılan çiçeklerin ölmesi hem de sudan çıkan balığın ölmesi bir sonraki sahnede bize bir ölüm getireceğini gösteriyor. Zaten bir sonraki sahnede kadının gölde ağlara dolanarak boğulması balığın bir metafor olarak kullanıldığının kanıtı. Juha’nın ölümden dönmesi ve bir kayığa çıkarılmasında çırpınan bir başka balık görüyoruz. Bu da bizim Juha için ölümün daha gelmediğini ama hep çırpınmak zorunda kalacağının bir göstergesi.

Filmin buradan sonrası neredeyse on on beş yıl sonrasına gidiyor ve Juha’nın bunca zaman nasıl bir hayat sürdüğünü görme fırsatımız olmuyor. Fakat yeniden tanıştığımız Juha, ilk sahnelerde ailesi ile mutlu olan Juha’dan bambaşka biri. Soğuk, donuk, kendi halindeliğin ötesinde kendi içine hapsolmuş biri. Kızıyla bile arasına mesafe koymuş, sık sık karısının parfümünü koklayan ve kıyafetlerini alarak gizli saklı mastürbasyon yapan birine dönüşmüş. Birini unutmaya başladığınızda sırayla her şey hafızanızdan silinmeye başlar ama en son kokusunu unutursunuz. Aynı zamanda koku oldukça biricik ve kişiye özel. Bu açıdan karısını hatırlarken, onunla sevişmek istersen onu kokusuyla anımsamaya çalışması güzel bir gösterge olmuş.

Kızının doğum günü için beraber piercing yaptırmaya giden Juha, piercing salonun dışında dolaşırken Mona ile karşılaşır. ‘’Sert’’ ve ‘’alışılmadık’’ bir karşılaşma Juha’yı şaşkına çevirir. Birkaç gün elinde, Mona’nın bıraktığı acıdan kaynaklı iz ona sürekli o an hissettiği şeyi anımsatır ve Mona’dan bir görüşme ister. Ardından yeni keşfettiği bir dünya olan BDSM ile tanışır.

BDSM, kişinin rızasına bağlı olarak fiziksel baskı ve kuvvetli duyusal uyarımın uygulandığı ve fantezi güç rolü oynamanın gerçekleştiği cinsel tercih ve kişisel ilişki türüdür. BDSM terimi ilk olarak 1991’de bir Usenet yazısında kullanılmıştır. Bondage & discipline / dominance & submission veya sado masochism kelimelerinin baş harflerinden oluşan bir terim.

Tarihçi Anne O ‘Nomis’e göre, BDSM tarihi, binlerce tanrı ve tanrıçanın hüküm sürdüğü Mezopotamya’da başladı. Tanrıça Inanna , mücevher ve görkemli kıyafetlere dönüştürülmüş vücudu ile ona bakanların gözlerini kamaştırırdı. Ona inanan ve takip edenler, tanrıçaları için dans etmeye başladılar. Dans yoğunlaştıkça ve temposu arttıkça, Inanna cinsel haz ve zevk için onları kırbaçlamaya başladı. Bu BDSM’nin atılmış ilk tohumuydu. Hala pagan BDSM topluluklarında “Inanna Ritüel’i” olarak uygulanmaya devam eder. Günümüz modern toplumunda da Feminizm ve Farkındalık konularında bu ritüel uygulanır.1

BDSM için en önemli olan şey karşılıklı bir rıza olması ve istediğiniz zaman bundan vazgeçebiliyor olmanızdır. Köle-sahibelik ilişkisinde belirlenen güvenli kelime, sınırlar aşıldığı zaman kullanılır ve cinsel deneyim yarıda kesilir.

Juha’nın Mona ile karşılana kadar böyle bir eğilimi olduğunu görmüyoruz. Bu yüzden onun tercih ettiği deneyim cinsel hazza ulaşma isteğinden değil, karısına ulaşma hazzıdır diyebiliriz.

Film boyunca Mona’nın ise fizyoterapist olduğu ve sahibelik yaptığını biliyoruz. Bunu sadece cinsel bir haz almak için mi yoksa para kazanmak için mi yahut tıpkı Juha gibi bir hikayesi olduğundan mı yapıyor bilemiyoruz. Bu kadar önemli bir karakterin derinliği yeterince verilememiş. Juha’nın da on yıl boyunca ne yaptığını bilmediğimiz gibi. Karakterler, filmin eleştirmenlerini ikiye bölmüş durumda. Kimine göre, karakterlerin yüzeysel çizilmesi bilinçli olup, ve BDSM kültürünün anlatılması istenmiş kimine göre ise bu durum atlanmış.

Ana karakterlerden Mona da tıpkı Juha gibi sağlıkla ilgili bir meslekle uğraşıyor. Fizyoterapist olan Mona’nın mesleğinde kullandığı eşyalar Dominatrix kimliğindeki eşyalarla benzeşiyor. İki karakterin de sağlıkçı olması aslında BDSM ayinlerinde nerede duracaklarını ve olası bir felaket anında neler yapılması gerektiğini bildikleri anlamına da geliyor. Bu asli meslek seçimlerinin de neden bu şekilde olduğunu Juha ölüm tehlikesi atlattığında anlıyoruz.2

Yaşanan BDSM sahnelerinde adamın tek isteği boğulmak ve ardından karısına ulaşmak iken Mona için zamanla durum aşka dönüşmeye başlar. Bu yüzden Juha’dan uzak durmak isterken, juha’nın aklında sadece karısına ulaşma hazzı ve bağlılığı söz konusu. Buradan da anlayabileceğimiz gibi asıl ihtiyaç duyduğu kişi hiçbir zaman Mona ya da BDSM olmamıştı. Boğularak karısına ulaşma hazzı zamanla o kadar bağımlılığa dönüşür ki, Mona’nın dişini sökmesini kabul eder. Bu sahnenin ardından ‘’duygusal öpüşme’’ olması aralarındaki iletişimin boyut atladığı ve her iki taraf içinde bunun artık duygusal bir iletişim şekline döndüğünü anlarız. Son sahnede Juha’nın BDSM partisinde Mona’yı araması da artık tamamen ona ait olduğunun bir göstergesidir. Juha’nın BDSM ve Mona aracılığı ile içindeki acıyı atlatması ve tekrar hayata dönmesi karakterin dönüşümü açısından güzel verilmiş.

Film boyunca kullanılan siyah kırmızı efektleri sinematografik açıdan oldukça başarılı. Mona’nın kıyafetleri oldukça iyi seçilmiş. Bunun yanı sıra oyunculukları da aynı ölçüde başarılı buldum. Mona’ya dair daha fazla şey görme şansımız olsaydı şu an ki performansının çok da fazlasını izleyeceğimizden eminim.

Filmin en başarılı kısımlarından biri müzik seçimi. Film müziklerinde Michal Nejtek imzası var. Film boyunca bizi o dünyanın içine çekmesinin büyük bir başarı olduğunu düşünüyorum.

Her şeyiyle bu kadar nokta atışı olan bir film daha öncede bahsettiğim gibi izleyicileri ikiye bölmüş durumda: BDSM kültürünü tanıtmak için yeterli bir film mi sorusunu soranlar ve zaten filmin böyle bir şeye hizmet etmek istemediğini savunanlar olarak. Film, Juha’nın psikolojik acısının fiziksel acıya evriltme isteği üzerine kurulu olmaya devam etse, Mona’nın cinsel hazzının tamamen BDSM kültüründen geldiğini görsek ve sonunda Juha’ya aşık olmasa belki de BDSM dünyasına daha iyi hizmet eden bir film izleyebilirdik. Elbette BDSM kültürünü yansıtmak gibi bir derdi kendine edinmemiş bir film izlediysek eksik olan hiçbir şey yoktur diyebiliriz.

1 BDSM’nin Geniş Tarihi – 1 | BDSM Kültürü | BDSM Nedir, BDSM Tarihi (bdsmkulturu.com)

2 BDSM dünyasında hızlı bir gezinti Köpekler Pantolon Giymez (ajandaistanbul.com)

1 yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.