Ve İnsan Tanrı’yı Yarattı!

Ve İnsan Tanrı’yı Yarattı!

Klasik hikayeyi hepimiz biliriz; Tanrı tüm ruhları yarattıktan sonra İblis’e “bu senden daha yücedir” deyip insana secde etmesini ister. Fakat İblis kibirlidir; kendisinin ateşten, insanın ise topraktan yaratıldığını yani kendisinden daha düşük olduğunu söyleyerek rabbine karşı gelir. Ve sonsuza kadar lanetlenir ama İblis Tanrı’yla bir anlaşma yaparak bu düşük iradeli varlıkları onun yolundan çıkaracağına dair yeminler ederek cennete veda eder. Cennete veda eden ilk varlık o olmayacaktır. İnsan için yaratılmış bu sonsuz güzellik, tüm kutsal metinlerin işaret ettiği şekilde insanın kovulduğu yer olacaktır. Artık bir hafızası da kalmayan insanoğlu yürüyüşünün bilmemkaçıncı yılında geldiğine dönmeyi tercih etti.

Sonsuz karanlığın ışığında ya da bitmez yolculuğunu aydınlatan güneşin altınında bir hikmet aramaya başladı. Zaman lehine işliyordu ama hala kendi basit hayatını anlamlandırabilmiş değildi. Hayat bitiyordu ve insan buna şahit oluyordu. Ölüm bir gerçekti; tıpkı yemek yemek ve su içmek gibi… ya da rastgele denk geldiği ateş; onlara sunulmuş bir hediyeydi; deri, taş ve mağaralar gibi. Korkularını anlamlandırmaya da bu dönemde başladık. Bilinç kendini hissettirdikçe hayallerin sınırı da ortadan kalkar. İşte tam bu noktada insanlar tanrıyı keşfettiler. Bir şeylerin olmasına karar veren ilahi bir kudret ve onu hoş tutmaya dayalı bir yöntem; inanç!

Yunan Mitolojisi “Önce Khaos vardı” diye başlar. Yokluğun ve bütünlüğün yaratıcısıdır. Her şeyi düzene koymuş ama hiçbir şey yaratmamıştır. Çünkü insan yaratma kudretinden yoksundur. O yüzden daha sonra savaşlar, titanlar ve Olympos tanrıları hikayeleri oluşacaktır. İnsan yaratamaz sevgili okuyan. Zaten tüm arayışın da sebebi budur. Dünyada her şey düzenli bir kaos içinde yaşamaya devam ederken kendini bulma niyetinde olan insanoğlu işlemeyi, şekil vermeyi, bitkilere ve mevsimlere hükmetmeyi öğrenmiştir. Kurduğumuz düzende yöneten ve yönetilen olarak sınıflara ayrılmıştık ama hala can verme işini çözememiştik. Krallar da ölüyordu. Yedi cihana hükmeden komutanlar ölüyordu. Ülkelerini yücelten, topraklar fetheden o kutsal insanlar ne oluyordu acaba? Ölüm tam adaletlidir, herkes aynı toprağın altına gömülür ama bazıları ölümsüzdür. Madem insan yaratma gücüne sahip değil, o zaman ya öldükten sonra tanrılaşıyordur, ya da herkesleşiyordur.

Hepimiz en nihayetinden bir varoluş sebebine ihtiyaç duyarız. Hayatımız boyunca da onu ararız. Anlamlandırmak ve anlayabilmek için bir sürü yolu dener, kendimize kültler yaratırız. İnanmak ve onun gücünü ele geçirmek insanın tanrıyla olan ilişkisini anlatan en güzel donelerden biridir. İnsan yaratamaz. Bazen yaratmaya çok yaklaşır ama onun gücüne hiç yaklaşamaz. Dolayısıyla sonsuzluğu arama gayretimiz; sanatı, edebiyatı, tarımı, mimariyi ve belki futbolu yarattı. Her şey ölüyorduysa ölümsüz olmanın yollarından biri başarılmayanı başarmak olabilir mi? Jose Mourinho’ya göre olabilir.

İnsan yaratamaz. Bazen yaratmaya çok yaklaşır ama onun gücüne hiç yaklaşamaz. Dolayısıyla sonsuzluğu arama gayretimiz; sanatı, edebiyatı, tarımı, mimariyi ve belki futbolu yarattı.

“Özel Biri”nin İlk Kerametleri

2003-2004 Şampiyonlar Ligi sezonu “Invincible” Arsenal, “Los Galacticos” Real Madrid, Ferguson’ın United’ı gibi titanları içermekteydi. Küçükler anca kendilerini gösterebilir ve daha sonra titanların savaşı başlar gibi görünmekteydi. Fakat Jose öyle düşünmüyordu. Başarısız geçen futbolculuk kariyerinden sonra birkaç küçük denemenin ardından futboldan tanrının elini yemiş Bobby Robson’ın sesi olmaya Barcelona’ya hareket etmişti. Robson’ın beyefendiliği, Ronaldo’nun Compostela’ya attığı gol, Kupa Galipleri Kupası ve Guardiola dostluğunu cebine koyan Jose kendi yolunu çizmeye karar vermiştir. Mitolojik hikayelerin teması incelendiğinde kahramanımız her zaman bir yola çıkar ve sonunda kendini gerçekleştirmiş bir şekilde kutsiyetin tadını çıkarır. Jose için yol başlamıştı. Porto’nun başına geçtiğinde elinde iyi bir takım vardı ama onun amacı yeni şeyler yapmaktı. Yaptı da! Önce 2002-2003 sezonunda UEFA Kupası’nı aldı, lig şampiyonu oldu ve uyuyan ejderhanın gözlerine alevi yürüttü. Epik başarılar kazanmak istiyordu. Eğer kendinize güvenirseniz bu güveni size inananlara hissettirseniz yolunuz kolaylaşır. Doğru zamanda doğru taktik hayatında klişelerinden biri değil midir? Grup aşaması Real Madrid’in arkasından ikinci bitirildi ve son 16’da United’a rakip olundu; sanırım Old Trafford’daki o koşuşu hepimiz hatırlıyoruz. Çeyrek finalde Lyon, yarı finalde de Deportivo saf dışı bırakılmıştı. Finalde Monaco’yu yenerek şampiyon olan Jose alev saçan ejderhasına binerek Portekiz’e geri döndü.

Finalde Monaco’yu yenerek şampiyon olan Jose alev saçan ejderhasına binerek Portekiz’e geri döndü.

İstikamet Avrupa!

Eğer işimin kolay olmasını isteseydim Porto’da kalırdım… Güzel mavi bir koltuk, Şampiyonlar Ligi kupası, Tanrı ve Tanrı’dan sonra ben…” demişti Chelsea’ye katılırken. Sonuçta o şampiyonlar ligi şampiyonu olmuş özel biri”ydi ve yıllar süren uykusundan bir Rus Oligark’ın elinde yeniden canlanmayı bekleyen Chelsea’yi uyandırmaya gelmişti. Lampard, Terry, Cole ve birgün gerçekleştireceğim dediği hayali olan Drogba’yla ligde şampiyonluğa 38 maçta tek mağlubiyet yenilen sadece 15 golle ulaşıyordu. Mitolojik karakterler görevlerini bitirince başka görevlere doğru yola çıkarlar. Burada verilmek istenen mesaj hayatının deviniminin hiç durmadığı ve insanın yolculuğuna her zaman devam etmesi gerekliliğidir. Heraclitus’un dediği gibi aynı nehirde iki kere yıkanılmazdı. Hayat ve mücadele her zaman devam etmeliydi.

Heraclitus’un dediği gibi aynı nehirde iki kere yıkanılmazdı. Hayat ve mücadele her zaman devam etmeliydi.

4 yıllık Chelsea görevini başarıyla tamamlayan Jose, her zaman çok sevdiğini söylediği İtalya’ya doğru yelken açmıştı. Sıradaki görevi, Calciopoli’den sonra Çizme’nin hakimi olmuş Milano’nun Nerazzuri’sini Avrupa’nın zirvesine yerleştirmekti. Bir zamanların rüya kulübü Inter artık Avrupa’da başarıya o kadar acıkmıştır ki bunu yapması için ‘O’na ihtiyaç duymuştur. 2009-2010 şampiyonlar ligi sezonunu yine hepimiz hatırlarız. Ama özellikle yarı finaldeki Barcelona eşleşmesi hem eski dosta bir ziyaret hem de futbol tarihine bir tabirin sokulduğu maç olarak tarihe geçmişti; kaleye otobüs çekilmişti.

Mitolojik varlıklara hükmeden iki kahraman taç için mücadele ediyordu. Jose yine kazandı.

Eski dost demişken Guardiola’yı söylüyorum elbette. La Masia’nın bize sunduğu harikalardan biri olarak futbol dünyasını kasıp kavuran Barcelona ve yenilmez tiki-taka, Jose’nin Inter’ine boyun eğdiğinde iki eski dost artık yeni futbol titanları olmuştu bile. hem de bir başka insan-tanrıya rağmen; Lionel Messi. Jose ikisini de eledi. Uyuyan devi uyandırdı ve Şampiyonlar Ligi kupasını bir kez daha havaya kaldırdı. Fakat çok sevdiği Milano’dan ayrılma zamanı da gelmişti. Şampiyonluğun hemen ardından yeni görevi başka bir hakimiyeti sona erdirmekti. Barcelona eziyetine son vermek isteyen Real Madrid, onu çağırmıştı. Şampiyonlar Ligi’nde kendini gösteren rekabet şimdi sahadaki Ronaldo ve Messi rekabetine eklenmişti. Mitolojik varlıklara hükmeden iki kahraman taç için mücadele ediyordu. Jose yine kazandı. İspanya şampiyonluğunu kazandı ve yine görevini başarıyla tamamladı.

Özel biri üç Avrupa kupasını da kaldıran ilk kişi olarak yine tarihe geçmişti.

Kaos Zamana Yenildi Mi?

Kaos sadece zamana yenilir. Jose de zamana yenilecektir elbette. Hiçbir düzen bozulmadan yaşayamayacağı gibi insan da bir gün mutlaka kendi kaosunun kurbanı olmuştur. Real Madrid’ten ayrıldıktan sonra başarılı bir ikinci Chelsea döneminin ardından modernite ya da yenileme adına ne isterseniz deyin onu da kurban etmişti. Zirvelerde dolaşan kahramanımızın düşüşü de oldu sevgili okuyan. Devler uyanmak istiyordu ama Jose kendinin kurbanı oluyordu sanki. United’ta bir Avrupa Ligi kazandı, ardından çok başarısız bir Tottenham macerası ve son olarak kronik kaybeden Roma… Stadio Olimpico’da işlerin iyi gittiği bile söylenebilir aslında ama lig şampiyonluğu için hiç iddialı olamadılar. Ama Roma’nın ilk Avrupa Kupası’nın altında Jose Mourinho imzası olduğunu hemen eklemek gerekir. Özel biri üç Avrupa kupasını da kaldıran ilk kişi olarak yine tarihe geçmişti.

Jose’nin hepimize malum olan egosunun kurumsal hali olan Fenerbahçe, o deliliğin hakkını sonuna kadar verebilmek için en doğru adresin zilini çalmıştır.

Kurumsal Ego ile Büyük Ego Buluştu!

Gelelim Fenerbahçe’ye… Yukarıda bahsettiğim şekliyle evet önce kaos vardı. Kaos, Fenerbahçe’de ise hiç bitmedi. Sürekli büyüklüğü sorgulanan, aradığı başarıya bir türlü ulaşamayan, hep o mutlu anın kıyısından dönmüş ve binlerce travmanın üstünde uyuyan süper güç. Fenerbahçe, İslam Çupi’nin o meşhur tanımından artık çok uzakta bir yerlerde duruyor. Polemikler, açıklamalar, şampiyon olamamanın ve başarısızlığın getirdiği onca sorunun üstüne sonunda O’na gitti. Buradaki sonunda kelimesinin altını çizmek isterim. Jose’nin hepimize malum olan egosunun kurumsal hali olan Fenerbahçe, o deliliğin hakkını sonuna kadar verebilmek için en doğru adresin zilini çalmıştır. Kahramanımızın yolculuğunun ana teması olan uyuyan devi uyandırmak şiarını “bu forma benim tenim” diyerek taçlandırınca sanki ikisinin birbiri için yaratıldığı hepimizce düşünüldü.

Hayal kurmak insanın doğasında vardır sevgili okuyan. Bir şeyleri yaratmaktaki başarısızlığımız bize yaratanların hikayelerini yazdırsa da insanın ölümsüzlük arayışı ve iz bırakma sevdası onun tanrıyla olan amansız mücadelesinin bir parçasıdır. Fenerbahçe uzun zamandır hayal kuramıyor. Bitkin ve yorgun bir savaşçı gibi havlusunu sallamış durumda. Küllerinin tekrar bir araya gelip yeniden büyüklüğünü haykırmak istiyor. Jose’nin altındaysa yine büyük mavi bir koltuk var. Yolculuğu ise yeni başlıyor. İnsan belki yaratamaz ama unutulmaz olabilir. Jose yine unutulmamanın eşiğinde!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.