Uzun süredir devam ettirdiğim sıkıntılı olma halini buradaki yazılara yansıttım. Ancak bir süredir yoğunluk nedeniyle yazamayınca sıkıntıların çoğaldığını ve kaçacak yer bulamadığını fark ettim. Her gün maruz kaldığımız birbirinden absürt, şerefsizce ve insanlıkla alakası olmayan gündem bombardımanının yanına, kişisel sıkıntılarımı da ekledim geldim. Fiziksel ve ruhsal kaçış alanları oluşturamamamın hikayesini, zihinsel kaçış alanım olan bu blogda anlatmak istedim.
Pandemi döneminin başlarından beri devam eden tanımsız ve tatsız bir ruh hali; arada bir benim iç dünyamda kendini gösteriyor. Yalnızlığa alışamama durumu sanırsam bu. Çünkü herkesin dağıldığı ve ayrı noktalara savrulduğu dünyamda, ben ise tam da olduğum yerde kalakaldım. Arkadaşlarımızın, sosyal hayatımızın ve olmak istediğimiz yerlerin fiziken uzakta kaldığı bu süreçte; ruhen de insanlara uzaklaşmış gibi hissediyorum. Ya da onlar bana mesafe koymuş gibi. Tanımlanamayan ama varlığını hissettiren bu mesafeler zamanla aşılmaya başladı. Fiziksel olan mesafeler kapandı, ruhen olanlar ise zamanla kapandığını hissettiriyor. Ancak ağızda sası bir tat kalakaldı. Ülkenin darmadağın halinin de bu tadın düzelmemesinde etkisi yüksek. Ancak asıl sebebin bu olmadığını da iyi biliyorum. Çünkü bu mutsuzluk eskilerden yadigar bir hissiyatla çıkageldi.
Buraya daha önce aldığım notlarda, mutlu olmak adına en iyi seçenekleri değerlendirmekten kaçmayacağımı söylemiştim. Bu fikir hala geçerliliğini korumakta. Ancak o seçeneklerin ne olduğunu ve neyin en iyi olacağını nasıl hissedebileceğimi henüz çözemedim. Bazen mutluluk ihtimali olarak gördüğüm herhangi bir olgunun dahi, yalnızca bir sanrı ve geçici bir heves olacağı geliyor aklıma. Bu da o idealist tavırlarımın tamamının çöpe gitmesine neden oluyor. Mutluluk umudunun bile kalmadığı bir ülkede, eser miktarda iyi hissetme çabası belki de benimki. Düzlemin, beklentilerin ve belki de mutluluk denen kavramın benim için kökten değişmesi gerekebilir. Belki de öyle gelir o aradığım tam olma hissiyatı.
İşte tam da bu mutluluğun ne olduğunu bulma çabası bana yarım kalmışlık hissiyatını veriyor. Bir dönem başarmış ve bu hissiyatın tadına az da olsa varmış birisi olmak; belki de bu arayışta yarımı tamamlama olarak yansıyor zihnime. Düzlemin değişmesi gerekse dahi, mutlu oluş biçimleri değişemiyor çünkü. Bu nedenle de bu konudaki pratikler ve teoriler de yarımı doldurma ve tam yapma üzerinden ilerliyor. Kısaca söylemek gerekirse; algıladığım mutluluk ile olgu olarak karşıma çıkacak mutluluğun uyuşup uyuşmayacağını bilmiyorum. Ya da benim algılamam ile olgunun bana karşı olan reaksiyonunun ne olacağı hakkında hiçbir fikrim yok.
Teoriler, pratikler, dağılmalar ve toplanmalar derken; bu dönemde zihnimin ve duygu dünyamın karmakarış bir vaziyete geldiğini fark ettim. Kendimi küçük görmekten yakıştıramadığım ihtimaller, hiç içinde dahi bulunamadığım ihtimaller havuzları ve daha niceleri zihnimde birleşti. Ve sonuçta çorba gibi oldu. İçinden çıkamadığım hem idealist hem de kendince sefil ruh halinden kurtulmak için ilk adımı sosyalleşme ve kabuğumdan çıkma yöntemiyle atmayı planlıyorum. Tadımlık mutlulukların sonucunda, nihai bir yaşam alanı olarak yepyeni bir florayı kendime bu sayede edinebilirmişim gibi geliyor. Ancak o arayıştan sonuç çıkarma azminin de bende az da olsa mevcut olması gerek. Umarım ki birkaç ay önceki aşırı kararlı insan ve ben, birebir aynı kişiyizdir. Ama şunu biliyorum; ne yapar eder hayatta kalacak özgüvene ulaşır ve durumu kurtarırım. Bu nedenle yazının sonuna kuyruğu dik tutma şarkımı bırakıyorum. Bana buralarda sabreden herkese teşekkürler.