Bu Yaşımda Maradona’ya Özendim

Bu Yaşımda Maradona’ya Özendim

İki gündür bir ikonun ve futbolun idol isminin kaybına şahit oluyoruz. Maradona’nın ölümü, canlı olarak hiç izlememiş olan bana dahi büyük bir hüzün getirdi. Sosyal medyada bu acı kayıp hakkındaki paylaşımlara bakarken, Maradona’nın bir sözü gözüme çarptı ve gördüğüm ilk andan beridir hiç aklımdan çıkmadı. “Siyah ya da beyazım. Asla gri olmayacağım.” demiş futbolun tanrısı.

Ben de bu düşünceye bu yaşımda haiz olabildim. Bu sitedeki ikinci yazı olan “Vasat Olmayı Sevmiyorum” da bu mesajı vermeye çalışan bir denemeydi. Ben anca 26’nın biteyazdığı bu dönemde fark ettim. Hiçbir şeyin ortası mutlu etmiyor çünkü. Ortayı aramak ve bulmak, kısa vadeli mutluluk çabasından başka hiçbir şey değil. Üstüne üstlük, azın ve çoğun derdi mütemadiyen yormaya devam ediyor bu gibi durumlarda.

Uzun yıllar boyu gri alanlara hapsettim kendimi. Azıcık aşım, ağrısız başım zihniyetinden çıkamadım yani. Ancak bu yıl bana bu yöntemin kökten yanlış olduğunu gösteren birkaç tokat attı. Yıllardır yaşadığım düzen bir anda yıkıldı. Ancak bu düzenin yıkılışı, çok kısa bir süre sonra mutlulukla birlikte kendini hissettirdi. Azla yetinen hâlim, kendimi içime hapsetmeye başlamıştı. Düzenin yıkılması, hayatta kalmak adına mecburen o hapisten çıkmamı sağlamıştı. Yani burada pragmatik bir anarşi söz konusu.

Düzenin değişimi bu şarkıyla aynı hissiyatı oluşturdu.

Mevcut düzenimin öldüğünü ve beni öldürdüğünü; düzensizliğin bu düzenden daha iyi olduğunu fark ederek mutlu olmuştum. Bu mutluluğun üzerinden fazla zaman geçmeden, siyahtan beyaza geçme ihimalini tesadüfen keşfettim. Olmamasına sevindiğim düzenin yerine, en iyisini koyabilirdim. Bu fikrin ihtimali bile deliler gibi sevindirmişti beni ve yıkılan düzeni haftası geçmeden gömmüş oldum.

Beyazı keşfetmenin verdiği mutluluk ise, bu şarkıyla aynı hissiyatı oluşturdu.

Beyaza ulaşmayı epeydir deniyorum ve başarılı olduğum söylenemez. Ulaşmaya çalıştığım bu yolda; koyu gri, açık gri ve grinin daha bir sürü tonunda durmayı denedim. Çünkü yolun uzunluğu ve ulaşamama ihtimali korkuttu beni. Ama griye attığım ilk adımlarda fark ettiğim şey şu oldu: “Ya beyazın yolunu tamamen kaybedip, yine gride sıkışıp kalırsam?”. Bu sebeple karşıma çıkan yeni gri alanlardan bir an önce kaçtım finalde. Beyazın yolunu göremediğim her anda siyaha dönüp huzur bulmanın tadını çıkarıyorum artık.

Siyahtan beyaza geçme ihtimalim, keşfediş günümdekinden daha düşük görünüyor. Çünkü kendime yeni bir beyaz nokta bulamadım henüz ve bulduğum noktanın da yolunu öğrenemedim, ışığını bulamıyorum. Bu nedenle hiçbir şekilde ulaşamıyorum, belki de asla ulaşamayacağım o noktaya. Ama gri alanlara sıkışmaktansa, siyahta kalmak daha güzel.

Bu süreçte Maradona’nın kime, neye, nasıl ilham olduğunu anlayabildim ve ona çok özendim. Çünkü o yalnızca bildiğini, istediğini, hissettiğini yaparak; bedeller ödeyerek futbolun ilahı oldu. Benim gibi kendini zorunluluklara hapsetmedi ya da hapsetmek zorunda kalmadı genç yaşlarında. Sosyokültürel ve ailevi olanları henüz aşamasam da, beni ben yapan diğer detaylarda kendi Maradona’m olmam gerek. En iyiye, en güzel yolla ulaşmaya çalışmaktı onun futboldaki amacı. Sıradanlığın boğuculuğundan çıkarak; siyahtan beyaza giderek ben de başarabilirim bunu. Hasta Siempre Diego!

Not 1: Bu metinde Onur Ünlü’ye ve bu şiirine hiçbir şekilde selam yollanmadı. Aksine bu şiirden sonrası yüzünden sinir oluyorum kendisine.

Not 2: Bu yazıyı yazmadan çok kısa bir süre önce dinlediğim Taner’in Gülleri podcastinin Maradona özel bölümü, bu yazıyı yazmak için bana büyük bir cesaret verdi. Maradona’yı bu kadar güzel andıkları için ve benim düşüncelerime de bilmeden destek attıkları için çok teşekkür ederim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.